Doğru düzgün adım atmasını engelleyen dar eteklerin içinde teşhirciliğin tadına varan süt Aysel’imizin de kara çarşaf giymeye başladığı gün, sokağımızdaki komşu muhabbetlerine çöken zifiri karanlığın az çok farkına varmıştım. Zaten annem, pardösüyü terk etmeyip dernekteki hafta sonu sohbetlerine katılmadığı için sonradan çarşafa giren abla, yenge, teyze, nine grubunun sürekli tacizi altındaydı. Samsunlu Enver’in karısı Sevgi teyze de aynı sebepten bu çetenin hedefindeydi. Gerilimi asıl tırmandıran olay annemle Sevgi teyzenin kapaksız çelik tencereleri reddettiğinde yaşanmıştı. Partinin çarşaf amblemli kadınları, o günlerde bizim mahalledeki evleri dolaşıp oy sözü karşılığında kapaksız çelik tencere dağıtıyordu.
Oy sözünü garantiye almak için de tencerenin kapağını vermiyorlardı. Aralık ayının son haftasında mahalle sandıklarından çıkan sonuca göre kapaklar tencerelerle kavuşacaktı. Annemle Sevgi teyzeden başka tencereleri reddeden yoktu bizim sokakta. Yükselişe geçen partiye oy vermeyeceği kesin olanlar bile yalancıktan yeminler edip almıştı kapaksız tencerelerden. Hatta Süt Aysel, bize çay içmeye geldiğinde “Emine abla keşke alsaydın tencereyi. Kazanırlarsa kapağı alırdın, baktın kazanmadılar, bir kapak uydururdun tencereye nasıl olsa” demişti. Annemin böylesi durumlarda beyne balyoz hükmündeki cevaplarından biri her zamanki gibi hazırdı: “Haram tencerede helal yemek pişmez kızım.” Süt Aysel, dersini aldıktan sonra daracık eteğinden firar etmek isteyen kalçalarını çarşafla kapatıp evine gitti.