Galaksi turun ‘Şen’ olsun!

Hayatı gereksiz ayrıntılara boğan sıfırcı öğretmen edasına bir de ‘Ha hay! Ben geldim buralara, sen ancak televizyondan görebilirsin’ havasını ekleyen belgesel sunucuları vardır ya! Sırt çantası envai çeşit ansiklopediyle dolu olanlar hani… Elde kumanda, koltuğa gömülüp ‘Gidemiyorum madem, bari televizyondan izleyeyim şu yabancı ülkeleri’ diyenlerin sıkıcı gezi rehberleri.

Yine de ‘Varsın olsun, görmek, havasını hissetmek istiyorum, o yabancı coğrafyaları’ diye haykıranlara bir sözümüz var. Yeni nesil televizyonculara çevirin kanal ayarlarınızı. Mesela izleyiciyi karatahta önünde ders dinleyen öğrenci vaziyetinden kurtarıp bilinmeyen yerlere seyahatin tadına vardıran Gülhan Şen’e. TV8’de yayınlanan Gülhan’ın Galaksi Rehberi adlı gezi-belgesel programının sunucusu, yönetmeni, yapımcısı ve daha birçok şeyi. Dünyayı dolaşırken gereksiz olmayanından bilgiyi, bolca enerjiyi ve de esprilerle, şakalarla şekillenen eğlenceyi bir arada sunuyor Gülhan. Kuralcılara biraz absürt gelebilir ama belgeselin neşeli bir formatta sunulabileceğini kanıtlıyor. ‘Benimki seyahat eden kızın görüntülü günlüğü’ diyen Gülhan’ın özellikle iletişim fakültelerinde eğitim gören gençleri ilgilendiren bir yönünden daha bahsetmek gerek. Medya kurumlarında bir iş bulma derdiyle yanıp tutuşurken ‘Arkadaş bu piyasada yüksek mevkilerde tanıdığı olanlar tutunuyor’ türünden umutsuzluk düşünceleri yeşerir ya! İşte Gülhan’ın öyle bir hayat hikâyesi var ki; bu düşünceyi yerle bir ediyor. 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçmek zorunda kalan bir ailenin kızı Gülhan. Ellerinde tek bir bavulla ayak bastıkları Türkiye’deki hayatı Kızılay yardım çadırında başlamış biri. İletişim fakültesinde hocalar, kamerayı katalogdan gösterince ‘Bu iş böyle olmaz’ diye karar almış ve gazetecilik serüvenine bir televizyonun haber merkezine kendini stajyer olarak kabul ettirerek başlamış. İşte bu noktada gençlere şöyle sesleniyor: “Gerçek manada çok çalışıp kendinizi geliştirin. İşte o zaman bilmem kimin akrabası olmanıza gerek kalmaz.”

Hayal kurmadım, fırsatları değerlendirdim

Gülhan Şen’le bir araya gelmek pek de kolay olmadı. Önce bir istihbarat çalışması geçti üzerimizden. ‘Röportaj yapalım mı?’ mail’inin hemen ardından ‘Acaba bu, gerçek Önder Deligöz mü?’ diye bir araştırma yapıverdi Gülhan. Sabıka kaydı, ikametgâh belgesi istediği gibi, bir de gazete santralini ve direkt hattı arayıp röportajı isteyenin gerçekten ben olup olmadığımı sorguladı. Neyse ki bu sınavı başarıyla geçtik. Tabii tüm bu soruşturmanın sebebi fanatik izleyiciler. ‘Belediyeden arıyorum’, ‘Prodüksiyon firmasından geldim’ gibi türlü türlü planlar yaparak Gülhan’la görüşmek isteyenler… Sonunda buluştuk Yıldız Parkı’nda. Kafamızdaki ‘Bu kız programda kıpır kıpır da, ya normal hayatta?’ sorusuna hemen cevap bulduk. Evet, aynen öyle… Hatta o kadar kabına sığmıyor ki; koca Çadır Köşk dururken soğuk havaya rağmen ‘Bahçede konuşalım’ diye tutturdu. Fanatik izleyicilerine seslenelim hemen. Programında, ‘Zaman Gazetesi’yle röportaj yaparken hasta oldum.’ derse bilin ki sorumlu kendisidir. Biz o soğukta hasta olmadığımıza şükrettik. Bu arada Tv8’de hazırlayıp sunduğu ‘Gülhan’ın Galaksi Rehberi’ adlı programının farklılığı üzerine konuştuk. Bir de özellikle iletişim fakültesi öğrencilerine örnek olacak hayat hikâyesini dinledik.

Neşeli bir gezi programı hazırlıyorsunuz. Gülüp eğlenmenin ukalalık olarak algılandığı bir alanda çok da alışıldık bir tarz değil işin doğrusu…

Ben hakikaten bir seyirci olarak da bu durumdan çok sıkılmıştım. Bu nedenle TV8’e programı ilk sunduğum zaman ‘Ben normal hayatımda neysem öyle olacağım.’ dedim. İngiltere’de televizyon yapımcılığı, program ve haber yapımcılığı üzerine bir eğitim aldım. İletişim fakültesi mezunu biri olarak da yurtdışındaki projeleri sürekli takip eden biriyim. Şunu gördüm; insanlar doğal. Asla yapmacık değiller. Çıkıp da eğitmenlik taslamıyorlar. Ben de öyle olmak istedim. Televizyonculukta, yani konuşma dili diye bir şey var. Ama bu, Türkiye’de sanki ciddiyetsizlik ya da ukalalık olarak algılanıyor. Hakikaten belgesellerde hep belli bir format vardır. Ben, gittiğim yerleri hem bir izleyici hem de gezen, seyahat eden bir kızın gözüyle anlatmak istedim. Ben de elime önceden çalıştığım bilgileri alıp, ben de çok iyi hâkimmişim gibi bir tarzda anlatabilirdim. Hatta o zaman ‘aman çok bilgili kız’ da diyebilirlerdi. Ben hem bilgilendirici hem de eğlendirici bir program yapmak istiyorum. Sonuçta televizyon okul değil ki. Bir de program seyahat üzerine. Eğlenceli olması gerekmez mi? Niçin seyahate çıkarsın? Ben de insanlara o gezme duygusunu aktarmak istiyorum. ‘Seyahat eden bir kızın görüntülü günlüğü’ diyorum ben ona yani.

Programa gelen ilk tepkiler nasıldı?

İlk başta bu tarzı yadırgayanlar oldu. Espriler var, doğal davranışlar var falan. Bazı seyirciler çok yadırgadılar. Gereksiz bilgiler verilmesine alışmışlar. Çünkü televizyonculuk aslında hep görüldüğü şekliyle yapılıyor. İleriye götüreyim, geliştireyim derdi yok. Ama belli bir kitle var ki; onlar da böyle bir tarza aslında çok açmış. Beni çok doğru algılayıp alt metinlerde yaptığım göndermeleri dahi tek tek yakalayıp hangi müziği nerede niçin kullandığımı bile tespit edecek düzeyde bir kitle de var. Fakat onlara hitap eden çok az kişi var televizyonda. Ben de onlardan biri olmayı tercih ediyorum.

İletişim fakültesinde hocalar kamerayı katalogdan gösterince ‘Bu böyle olmaz!’ diyerek meslek hayatına hızlı bir giriş yapmışsınız…

Ortaokul, lise hep teorik eğitim. Üniversitede pratik eğitime geçeceğimizi düşünüyorum. Ama hani devlet üniversitelerinin hali, bilmiyorum belki daha düzelmiştir şimdilerde. 2001 mezunuyum ben. O zaman katalogdan kamera gösteriliyor bize, montaj aleti artık kullanılmayan bir alet. ‘Bu böyle olmayacak, ben en iyisi bir yandan da gidip bu öğrendiklerimizin gerçek anlamda pratik uygulaması nedir ona bakayım’ dedim. O dönemde HBB’de, TRT’de staj yaptım. Buralara da hep kendi çabamla başvurdum, kendimi bir şekilde kabul ettirdim. Piyasada hiçbir tanıdığım yoktu yani.

Özellikle şimdilerde böyle düşünenler vardır muhakkak!..

Ben bu işin eğitimini almış, bu işe gönül vermiş, bu işi meslek olarak gören, emek sarf eden biriyim. Fakat ben de ilk bakıldığı zaman ‘sarışın, artı güzel eşittir aptal kız’ kategorisinde değerlendiriliyorum. İlk görenlerin izlenimi bu. Ne kadar şımarık, ne kadar ukala, aman Nişantaşı kızı vesaire gibi şeyler. Halbuki benim o yarım saat için gece gündüz çalıştığımı bilmiyorlar. Benim ego takıntım olmadığı için illa da kültürümü ortaya dökeyim gayretine bürünmüyorum. Bunlar, televizyonculuk okumuş birinin televizyon dilini sağlıklı kullanmasından başka bir şey değil.

İletişim fakültesi öğrencilerinde çokça görülen ‘piyasada tanıdığım yok’ umutsuzluğuna dair ne dersiniz?

Eğer gerçekten çalışıyorsanız, gerçekten çaba sarf ediyorsanız, çok azimli ve üretkenseniz ben bu anlamda iyi bir örnek olduğumu söyleyebilirim. Benim hiçbir tanıdığım yoktu. Hiç kimse de ‘Bu kız benim sayemde burada.’ diyemez. Sadece yaptığım işin karşılığında bu noktadayım. Ne güzel olduğum için ne de birinin tanıdığı olduğum için buradayım. Sadece yaptığım işten dolayı takdir edildiğim için buradayım. Dolayısıyla hiç ümitsizliğe kapılmasınlar. Bana iletişim fakültesinden de yazıyorlar, ‘Gülhan abla n’apalım, nasıl proje önerelim’ gibi. Hem onlara hem de stajyerlik yapmak isteyenlere yardımcı oluyorum.

Aslında bu tanıdık sahibi olma noktasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmeniz dikkat çekici. Sıfırdan bir hayata başlıyorsunuz. O dönemi biraz anlatabilir misiniz?

Benim için anlatması en zor dönem. Sonuçta ben burada olmaktan çok mutluyum. Ama bir insanın doğduğu yeri kendi isteğinin dışında terk etmesi çok zor bir durum. Çünkü oraya dair her şeyi geride bırakıyorsunuz. Sadece geçmişinizi değil, oraya dair kurduğunuz gelecek hayallerini de geride bırakıyorsunuz. Biz ilk olarak Kızılay çadırına yerleştik. O anlamda hakikaten ‘Allah razı olsun’ diyeceğim. Türkiye’de gördüğüm, barındığım ilk yer Kızılay çadırıdır. Hatta biz soyadımızı da o çadırda aldık. Bulgaristan’da insanlar babalarının ve dedelerinin isimleriyle anılırlar. Soyadı yoktur. Buraya geldik, kayıtlar farklı tutuluyor. Bize sordular ‘Nasıl bir soyadı istersiniz?’ diye. Biz de kolay yazılsın, kısa olsun, güzel olsun diye ‘Şen’ soyadını aldık. İki ay kadar Kızılay çadırında kaldık. Çok zor günlerdi. Çünkü alışık olduğunuz bir hayat standardı var, buraya geliyorsunuz, üç beş kuruş kazanıp hayatını sürdürebilmek için aileniz kendi eğitimlerinin çok altında işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Ben de bir çocuk olarak bambaşka bir hayat seviyesine geçtiğimizi anladım. 

‘Hüznün rengi mavi’

Göç ettiği ülkede ilk olarak Kızılay çadırıyla tanışan küçük bir kızın yeni hayatına alışma süreci nasıl oldu?

Yeşilköy’e geldik ilk önce. Orada da daha böyle zengin bir kesim oturuyor ve de kapıcı çocukları vesaire var. Orada ben şimdi Bulgaristanlı olduğum için iki taraftan da arkadaşım vardı. Bir gün parka çıktık. Ben ayakkabılarıma bakıyorum sürekli. Annem ilk maaşıyla bana, hediye olarak mavi ayakkabı almıştı. Orada çalışan bir görevlinin kızı bana ‘Niye bu ayakkabıları giydin?’ diye sordu. ‘Senin çok güzel ayakkabıların var.’ dedi. Ben de ‘Annem aldı, mavi benim en sevdiğim renk.’ dedim. O da ‘Ama bunlar fakir çocuğu ayakkabıları!’ dedi. Ben o ana kadar hiç öyle bir anlamlandırma yok kafamda. Fakir çocuğu nasıldır, nedir hani, ayakkabılarımı değerlendirdim. Ne eski, ne kirli. Tertemiz, güzel ayakkabılar. Sadece ayakkabılar lastik olduğu için ‘Bunları fakir çocuklar giyer.’ dedi. Ben orada ağladım tabii, bilincinde olmadan. Bunu lisede hüznün rengi mavi diye hikâyeleştirdim. O bana yeni geldiğim yerde bambaşka hayat koşulları var ve bambaşka kriterler geçerli diye bir şey öğretti. O hikâyeyi daha sonra annemler okudular ve onlar da çok ağladı. Hâlâ ben çok duygulanırım. Bizden on yıl sonra Kosova’dan göçler oldu. Oradaki çocukları izleyince kendimi görmüş gibi oldum ve çok hüzünlendim.

‘Daha çok tanınayım’ diye bir derdim yok

TV8, programların yıldızını parlatıp başka kanallara yollama yönüyle ilginç bir kurum. Size de teklifler var mı?

Açıkçası bir iki kanaldan oldu ama ben onları TV8’e tercih etmedim. ‘Bunlar küçük kanallardır da ondan’ diye düşünmeyin. TV8, bence bu anlamda çok daha önde bir kanal. Çok daha özel projeler üretiyor. Diğer kanallardakilerin hepsi birbirine benziyor. Sonuçta ben ‘Daha çok tanınayım.’ gibi bir derdi olan biri değilim. Yaptığım özgün işleri rahatça yapabileceğim, keyif alabileceğim bir ortamda yapmak istiyorum. Benim için adres TV8 yani.

Mutfaktan çıkma!

TV8’de yayınlanan Gülhan’ın Galaksi Rehberi, Gülhan Şen’in ilk programı değil. Daha önceleri Star’da Stardust, CNNTürk’te Eğitim ve Kariyer, yine TV8’de Zamanın Ruhu Zeitgeist adlı programları yaptı. Bu arada Şen’in program hazırlayıp sunmaya başlamadan önce çeşitli kanalların haber merkezlerinde muhabirlik yaptığını da belirtelim. El kamerasıyla çok habere gitmiş yani. Şen’in ileriki dönemlerde gerçekleştirmek istediği projeler de var. Mesela insanın günlük hayatında dikkat etmediği ayrıntıları sorgulama üzerine ya da strateji oyunlarına benzer bir yarışma programı. Çok fazla ayrıntı vermiyor. Zaten verse de kimse ‘ben yapayım bunu’ diye düşünmesin. Çünkü onun projeleri noter onaylı.

07.12.2008

ZAMAN GAZETESİ

Leave a comment