Dersimli yazar Cafer Solgun, Cumhuriyet tarihi boyunca resmi ideoloji ve statükonun rol biçmeye çalıştığı Alevilerin Kemalizm’le imtihanına ışık tutan bir kitap kaleme aldı. Yüzleşme Derneği Başkanı Solgun, her daim resmi ideooljinin yanında görünen, Cumhuriyet Halk Partisi’nin doğal seçmeni olarak bilinen Alevilerin bu zor imtihanı için önce şu tespiti yapıyor: “Bizler, yani Dersim 38 kırımı artıkları, hasbelkader analarının fistanının altında, babalarının sakladıkları ağaç ve kaya kovuklarında gizleyerek kurtarabildikleri bir kuşak olarak yaşıyoruz. Yaşayarak öğrendik; sağ kurtulanların, yaşamaya devam edebilmelerinin yegâne yolu, egemen olana biat etmek, teslim olmaktı. Bu yüzden kişiliklerimiz, ruhlarımız sakatlandı.”
Timaş Yayınları’ndan çıkan ‘Alevilerin Kemalizmle İmtihanı-Onur Öymen ve Kemal Kılıçdaroğlu Vakası’ adlı kitabında yer verdiği ilginç tespitler üzerine konuştuğumuz Solgun, Alevi meselesinin müsebbibi olarak CHP’yi gösteriyor. Solgun, Dersimli Kılıçdaroğlu için “Her ne kadar Dersimliyim demese de CHP’den kopan Alevi oylarını yeniden kazanma projesi” ifadelerini kullanıyor. Solgun’la Alevilerin resmi ideoloji ve CHP karşısında düştüğü ‘Stockholm sendromu’nu konuştuk.
Cumhuriyet döneminde resmi ideolojinin baskısından ‘elit’ kesim haricinde toplumun tüm katmanları nasibini aldı. Fakat kitabınızda Alevilerin resmi ideoloji çerçevesinde misyonlandırıldığı şeklinde tespitleriniz var… Neye dayanıyor bu tespit?
Alevilerin toplumsal, siyasal refleksleri nasıl bozulmuş, nasıl çarpıtılmış nasıl tanınmaz hale getirtilmiş, bunu görmek için biraz geçmişe gitmek lazım. Cumhuriyetin ilk yıllarında hilafet kaldırıldı; ama yerine Diyanet İşleri Başkanlığı konuldu ve bu kurum bu ülkede yaşayan insanların gayrimüslimler dışında Sünni olduğu varsayımından hareket etti. 1921 yılında Koçgiri’de bir Kürt Alevi katliamı yaşandı. 1938-39 yıllarında sistematik bir Kürt Alevi katliamı da Dersim’de yaşandı. Sistematik bir asimilasyona tabi tutuldu. 1925 yılında tekke ve zaviye kanunuyla beraber Alevi dergâhları kapatıldı. Seyit, dede, pir, baba, gibi Alevi inancında hayati bir önem ifade eden dinsel, inançsal payeler yasaklandı. Bizim dedelerimizin, bizim pirlerimizin sakalları yolundu. Yani on yıllarca bizim dedelerimiz bizim pirlerimiz dede olduklarını gizleyerek, Alevi yurttaşlarımız da Alevi olduklarını gizleyerek memleketlerinde yaşamak zorunda kaldılar.
Fakat bunlar resmi ideolojinin Alevilere yüklemeye çalıştığı misyonlara ters davranmayı gerektiren durumlar…
Kesinlikle… Zaten 1950 seçimlerinde Alevilerin yoğunlukta yaşadığı kentlerde aleviler Demokrat Parti’yi destekledi. Bunun bir tek anlamı var. Aleviler tek parti zulmünden kurtulmak için Demokrat Parti’ye oy verdi. Fakat Demokrat Parti’nin popülist politikalara prim vermesi nedeniyle o destek çok da uzun sürmedi. 1960’lı yıllarda dünyada sol bir rüzgâr esiyordu. Türkiye’de de öyle… Bırakın statükocu olmayı Aleviler düzeni, sistemi, rejimi tepe taklak etmeyi amaçlayan sol örgütlere kitlesel destek verdi. 70’li yıllarda CHP, ortanın solu konseptine geçince işte Bülent Ecevit, ‘halkçı düzen’ gibi sol sloganlarla kamuoyunun önüne çıkınca Aleviler CHP ile ilişkilendiler.
Alevilerin o dönemde Ecevit’li CHP’yi desteklemesinin sebebi siyasi konum olarak ‘ortanın solu’nu seçmesi miydi?
Alevilerin CHP’ye 70’li yıllarda destek vermelerinin temel nedeni budur. CHP’nin ‘ortanın solu’ gibi bir konseptle kendini yeniden yapılandırdığını iddia etmesidir. Sonrasında, 1980 yılında toplumun diğer kesimlerine olduğu gibi 12 Eylül cuntacıları Alevilere de zulmettiler. Alevilerin yoğun yaşadığı kentler açık bir cezaevine işkence haneye çevrildi. Bütün bu süreç boyunca Aleviler var olan düzenin, statükonun koruyucusu, muhafızı, bekçisi olmak şöyle dursun, ona dolaylı da olsa örgütlü yollardan muhalefet eden herkesime destek vermişler. Alevi olarak muhalefet etmeye güçleri yoktu, ama sol örgütlere destek vermişlerdir. Yani devrim yapmayı amaçlayan yapılar örgütlere destek vermişlerdir.
1990’lı yılları göz önüne aldığımızda çelişkili bir durumla karşılaşmıyor muyuz? Yoksa rejim Alevileri misyonlandırmayı o yıllarda gerçekten başardı mı?
1990’lı yıllarda Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni oluşturan güçler ki bu gayri meşru bir belgedir. Milli iradeyi yansıtmamaktadır. Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmamaktadır. TBMM’nin seçtiği hükümet tarafından da hazırlanmamıştır. Bu belgeyi oluşturan güçler Türkiye’de bir irtica tehlikesi olduğun hükmettiler. Bu beraberinde bir laiklik tartışmasını getirdi. Türkiye’de laik-antilaik kutuplaşması yaratmak istediler. Bu laik-antilaik kutuplaşmasında laik kanadın ihtiyaç duyduğu kitle olarak Alevi kanadın olması gerektiğine karar verdiler. ‘İrtica tehlikesi var’ diye ortalığa düşen bir takım insanlar olması gerekir. Bu sadece beyaz Türk olarak isimlendirilen kesimlerle olmaz. Tam da bu noktada Aleviler keşfedildi. Alevilerin keşfedilmesi tesadüf değil.
Geçmişte statükoya direnen Aleviler, ne oldu da laik-antilaik çatışmasını körüklemek isteyenler için ‘keşfi tesadüf olmayan’ bir kitle haline geldi?
Aleviler kendi kimliklerini özgürce yaşayamadıkları için, ibadetlerini istedikleri gibi yapamadıkları için kendilerini çevreleyen Sünni çoğunluğa karşı tedirginlik hisseden bir çoğunluktu. Tam da bu noktada onların bu tedirginlikleri istismar edildi. Bir korkuya bir endişeye çevrildi. ‘İrtica geliyor. İrtica gelince ilk yapacakları şey sizi kesmek olur.’ Alevileri böyle bir hissiyat böyle bir duygu ve dünce etrafında harekete geçirmeye çalıştılar. Bunun için dönüm noktası 1993 Sivas katliamıdır. Sivas katliamı, Alevilerdeki ‘Bizi asacaklar, kesecekler’ korkusunun açığa çıktığı tarihtir. Bu katliamda bir taşla birkaç kuş vurmuşlardır. Hem Türkiye’de ihtiyaç duydukları askeri militarist güçlerin misyonunu gündemde kalmasına hizmet etmek hem de Alevileri oluşturdukları irtica tehdidine karşı zinde güçler kervanına katabilmek amacıyla kullandılar.
Alevileri misyonlandırma çabalarına 28 Şubat sürecinde yakından tanık olduk. Kitabınızda Alevilerin en zayıf düşürüldüğü dönem olarak 28 Şubat’ı gösteriyorsunuz. Oysaki 28 Şubat, aynı zamanda Alevilerin en örgütlü olduğu dönemdi. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
28 Şubatın toplumsal meşruiyetini nasıl sağladılar? Medyada her gün aczimendi görüntüleri, üfürükçü hacı hoca görüntüleri… Bütün bunların hepsi manipülasyondu, oyundu. Bu oyunların oynanması için de medya çok açık bir şekilde kullanıldı ve şöyle bir toplumsal psikoloji yaratıldı: ‘Türkiye’de laiklik tehlikede. Laikliğin tehlikede olmasından en çok korkması gereken kesim Alevilerdir.’ Böyle bir algı yaratıldı. Bir süre öncesine kadar var olan sistemin alaşağı edilmesi için uğraş veren örgütlere destek veren Aleviler… Alevilerin duyguları, düşünceleri, hissiyatları işte bu kadar çarpıtıldı. Çok anlaşılır bir şeydir Alevilerin radikal sol örgütlere destek vermesi. Çok anlaşılır nedenlere dayanmaktadır. 90’lı yılarda ise ‘statükonun muhafızı, kendilerini tanımayan laikliğin muhafızı’ gibi çarpık ve asla kabul etmemeleri gereken bir rolle yükümlendirildiler.
Alevilerin Kemalizm ve CHP ekseninde Stockholm sendromuna tutulduğuna dair bir tespitiniz var… Sendroma sebep olanın Alevilere karşı işlediği suç nedir?
Tek parti zihniyetini günümüz koşullarında hala sürdürdüğünü söyleyebileceğimiz CHP’nin Dersim’de desteklenmesi normal bir durum değildir. Bakın buradaki problem şu; yani ekonomi politikasını beğendiği için, Türkiye’nin demokrasisini daha ileriye götüreceğine inandığınız için, buna benzer nedenlerle siz herhangi bir siyasi partiyi destekleyebilirsiniz. Buna benzer nedenler sizin bir partinin taraftarı ya da karşıtı olmanıza neden olabilir. Fakat ‘laiklik tehlikede, statüko tehlikede, bunlar iktidarı alınca sizi kesecekler’ gibi gerekçelerle Alevilerin CHP’yi desteklemesi kabul edilebilir bir şey değildir. Bu kitapta da altını çizmeye çalıştığım olgu bu. Çünkü CHP başka sorunlar bir yana Alevi sorununun müsebbibi olan bir partidir.
CHP’nin başında Kürt ve Alevi bir isim var. Buna rağmen tek parti zihniyetini devam ettirdiğini mi düşünüyorsunuz?
CHP, tek parti zihniyetiyle hala yüzleşememiş bir partidir. Hesaplaşamamış, aşamamış bir partidir. Dolayısıyla yani günümüzde ne bileyim şimdi bütün partilerin bir şekilde Alevi meselesiyle ilişkilendiklerini görüyoruz. Bunların hepsi de yüzeysel ilişkilendirmelerdir, meselenin derinliğinden dolayı. Fakat bugüne kadar Alevilerin sonuç itibariyle eşit yurttaşlığa tekabül eden istemleriyle ilgili CHP’nin somut bir vaatte bulunduğunu siz hiç duydunuz mu? Çünkü yok. O yüzden katliama maruz kalan Dersimli Alevilerin, Kürt Alevilerin CHP’yi desteklemeleri anlaşılabilir, kabul edilebilir bir durum değil. Aslında önemli bir değişim de oldu. 2007 yılında CHP siyasi tarihimizde ilk defa Dersim’den milletvekili çıkartamadı. Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu bir projedir.
Alevi ve Kürt kelimelerini kullanmadığı için eleştirilen Kılıçdaroğlu, Aleviler açısından nasıl bir projedir?
Özellikle Onur Öymen’in Meclis’te ‘Dersim’de analar ağlamadı mı’ dediği konuşmasının ardından Alevilerin CHP’ye ilgisi azaldı. Büyük kopmalar yaşandı. Kaset olayının ardından CHP’nin başına gelen Kılıçdaroğlu, işte bu Alevi oylarının yeniden CHP’ye gitmesini sağlamak için bir projedir. Dersim demese de Dersimlilerin ilgi gösterdiği biri. Öymen vakasından 6 ay sonra CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu. Muhtemelen siyasi pozisyonu ve partisinin ilkesel hassasiyetleri nedeniyle Dersim’e Tunceli diyen Kılıçdaroğlu, Öymen için önce ‘Gereğini yapmalıdır’ deyip istifasını istemişti. Ama birkaç gün sonra bu sözlerini tekzip etmişti. Zaten Meclis’te Öymen’i alkışlayan görüntüleri her şeyi açıklıyor.
Alevi meselesinde ‘yeni bir barış diline ihtiyaç var’ diyebilir miyiz?
Kesinlikle yeni bir dil oluşturmaya ihtiyaç var. Bu Kürt sorununda da böyle, Alevi meselesinde de böyle. Taraflaştırıcı, kutuplaştırıcı, mevcut çelişkiyi ortadan kaldırmayı değil daha da derinleştirmeyi amaçlayan üsluplardan herkesin özenle kaçması gerekiyor. Bizim meramımız derdimiz bu meselenin demokratik bir şekilde çözülmesi mi çözülmemesi mi? İş basit gibi görünen bu soruya cevap vermekle başlıyor. İster devlet, ister birey, ister konuyla ilgili olduğunu söyleyen kurumlar açısından bu önemli. Yani ben bazı Alevi kurum ve şahsiyetlerinin yaklaşımlarının da ben sorunun çözümüne hizmet etmediğini düşünüyorum.
Bu tespiti neye göre yapıyorsunuz?
Örneğin Alevi çalıştayları. Somut bir sonuç üretemese bile Alevi meselesi ilk kez resmen tanındı. Alevi yurttaşlara ‘Siz devletten ne istiyorsunuz’ diye soruldu. Bu yönüyle tarihiydi, önemliydi. Nitekim ilk Alevi çalıştayına da tüm Alevi kurumlarının temsilcileri katıldı. Fakat sonrasında bazı alevi kurumları ‘Bizi asimile etmek istiyorlar’ veya ‘Bu bir seçim oyunudur’ diyerek protesto ettiler. Velev ki hükümetin bir seçim yatırımı söz konusu, velev ki hükümet bu konuda samimi, ya da değil orası meşru bir zemin biz sorunlarımızı birinci dereceden devletin gündemine getireceğiz. Çözümü onlarda talep edeceğiz. Çözdüğü müddetçe arkasında duracağız. Çözmediği müddetçe eleştireceğiz, kınayacağız, protesto edeceğiz. Fakat meşru bir zeminden siyaset yapma adına, Alevicilik yapmak adına kaçarsanız, o zaman sizin Alevi sorunun gerçekten çözümünden yana olup olmadığınız da tartışılır.
Bazı Alevi kurumlarının AK Parti karşıtlığı yaparak çalıştaylara katılmaması ‘temsil ediyoruz’ dedikleri kitleye haksızlık yaptıkları anlamı taşımıyor mu?
Bazı Alevi kurumlarının düpedüz AK Parti karşıtlığı üzerinden Alevilerin desteğini sağlayarak seçimlerde milletvekili olmak gibi bazı siyasi hesaplar içerisindeydiler. Eelbette ki herkesin siyaset yapma hakkı vardır. Gidersiniz günlünüzden geçen partide siyaset yaparsınız. Ama Alevileri kullanarak, onların taleplerini istismar ederek siyaset yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Esas samimiyet burada aranmalıdır. Bu anlamda bizim muhatabımızın AK Parti olması veya bir başka parti olması ya da bir başka parti olması değil.
…………………………………………………………………………………………………………………..
“Derin çetelerden özür istemiyoruz, onlar yargılansın”
Devletin Alevilere tarihi bir özrü vardır. Aleviler üzerinden provokasyon ve katliam senaryoları gerçekleştirenlerin özür dilemesini beklemiyoruz. Onların yargılanması gerekiyor. 1978 Maraş katliamının sorumlularının yargılanması gerekiyor. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta göstere göstere tezgahlanan katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve yargılanması gerekiyor. Kimler hangi kanlı emellerini gerçekleştirmek için insanlarımızı kullandılar? Bu ülkede Alevi-Sünni çatışması çıkarmaya çalışanların yargılanması gerekiyor. Biz onlardan özür beklemiyoruz. Onların yargılanmasını istiyoruz. Bunu sadece Aleviler adına değil Türkiye’nin demokratik geleceği bunu gerektirdiği için istiyoruz.
İSKİLİPLİ ATIF HOCANIN MEZARI YOK
Bizde devletin özür dileme kültürü yok. Yani Alevilerden özür dilenmesinin çok zor olduğunu ben de biliyorum. Yani Ermenilerden mi özür dilemiş, Kürtlerden mi özür dilemiş, Alevilerden dileyecek. Sünnilerden mi özür dilemiş ki Alevilerden özür dileyecek. İskilipli Atıf Hoca’nın hala mezarı yok, Seyit Rıza ve arkadaşlarının olmadığı gibi. Bediüzzaman Said Nursi’nin de mezarı yok.
“Alevi ve Sünnilerin yüzleşmesi gerekiyor”
Alevi meselesi aynı zamanda bir toplumsal yüzleşme sorunu. Yani devletin bir takım düzenlemeler yapmasıyla bitmiş, hallolmuş diyebileceğimiz bir sorun değil. İnsanlarımızın birbirlerine karşı birikmiş önyargıları var. Yani bugün bile her hangi bir Sünni vatandaşımız Alevilerle ilgili ağza alınmayacak yanlış önyargılarla yüklenmiş durumda. Ya da tam tersi söz konusu. Her hangi bir alevi vatandaşımız Sünnilerin iktidar olması halinde kendilerini keseceği gibi bir önyargı ile yüklenmiş durumda. Bunu aşmak durumundayız. Bu, Osmanlı döneminden bu yana birikerek gelen bir durum. Fakat Cumhuriyet döneminde işin içerisine başka manipülasyonlar da girdiği için daha da ağırlaşan bir sorundan bahsediyoruz.
24.04.2011
YENİ ŞAFAK GAZETESİ