İyi başlamıştı:
28 Şubat darbesini yemiştik. Askeri vesayetten bıkmıştık. Ortadoğu ülkelerine has BAAS zihniyetine de karşıydık. Özgürlük istiyor; batı tipi demokrasi hayali kuruyorduk.
“Gömleğimizi değiştirdik” diyen bir parti vardı artık iktidarda. 2 Kasım 2002 seçimlerinin hemen ardından Avrupa yollarına düşmüştü. O çok arzu ettiğimiz demokrasinin peşindeydik.
İyi gidiyordu:
28 Şubat zorbalığı devlet ve toplum üzerinde halen etkindi. İktidarı zora sokmak isteyen ne çok taktik devreye soktular… Ama pes etmek yoktu. 2007’de milletvekili genel seçimlerine 2 ay kalmışken 27 Nisan muhtırasıyla yıkılmıştık. “Yine mi başa döndük” diye karamsarlığa kapılmış, üzülmüştük. Bir gün sonra iktidarın “Genelkurmay başkanı başbakana bağlıdır” dik duruşuyla sevinmiş, “Oh be demiştik.”
İyi olmuştu:
Katı laiklerin “Çankaya’da imam istemiyoruz” çığırtkanlığına rağmen Abdullah Gül’ün köşke çıkması içimizi ferahlatmıştı. Ergenekon operasyonları başlamıştı. Başbakan ‘savcısıyım’ demişti. Darbe amaçlı kaos eylemleri zamanla son bulmuştu. 2010’un sonuna doğru askeri darbenin yıldönümünde tarihi referandum yapılmıştı. Nice özgürlük alanları açılmıştı.
İyi ama; bunu istememiştik:
2011’deki milletvekili genel seçimlerine iktidar ‘ustalık dönemi’ sloganıyla girmişti. Yeni anayasa vadediyordu. Ama söz verilen anayasanın bir türlü yapılamaması yaşadığımız büyük hayal kırıklıkları arasına çoktan girmişti. Avrupa Birliği (AB) ilişkileri neredeyse dibe vurmuştu. “Batı tipi demokrasi” arzumuz da yavaş yavaş hayal kırıklıkları listesine eklenmişti. Başbakan Erdoğan, demokrasi çıtası zeminden birkaç milimetre yükseklikte seyreden Rusya, Çin gibi ülkelerin üyesi olduğu Şangay Beşlisi’ne girmek istiyordu. Hatta Rusya ziyaretinde Putin’e neredeyse yalvarmıştı. Ama biz bunu istememiştik.
İyi sakladınız:
Gezi olayları yaşanmıştı. Yanlış ve sert politika hem toplumu böldü hem canlar aldı. Yine de o dönemde eylemleri fırsat bilen terör örgütlerinin işgal politikası nedeniyle iktidara destek vermiştik. Bir zaman sonra nasıl da kandırıldığımızı öğrenmiştik. Kabataş’ta bir annenin uğradığı şiddet iddiasına dair kan donduran savcılık ifadesini okuyunca kimileri ağlamış, kimileri ölmek istemişti. Kimileri de şiddete bulaşmamak için kendini zor tutmuştu. AK Parti’ye daha bir destek verir olmuştu. İşte bu samimi desteği bile kullanmıştınız. Başörtüsü zulmünü yaşamış her bir vatandaşa ihanet ettiniz. Çünkü gerçeğin öyle olmadığı güvenlik kamerası görüntüleriyle ortaya çıkmıştı. O kadın kocasıyla birlikte Kabataş’tan sapasağlam ayrılıyordu ve olağanüstü hiçbir durum yoktu. Geriye yıkılmış güven duyularımız ve Kabataş olayını tartıştığımız için biten arkadaşlıklarımız kalmıştı. Bırakın sadece demokratik gösteri hakkını kullananları; Gezi’de ortalığı yakıp yıkan, terörize eden güruha karşı bile yüzümüzü yere eğdirmiştiniz.
İyi ayırdınız:
17 Aralık 2013’te şok olmuştuk. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla 4 bakanın ailesini de kapsayan operasyonlar gerçekleşmişti. İddialar çok büyüktü. Bir anda emniyet teşkilatına ve adli makamlara müdahaleler başlamıştı. Ardından 25 Aralık… Mahkemenin emri, savcının talimatı yırtılıp atılmıştı. Hukuk kilitlenmişti. Yine de “Durun bakalım, bir doğrusunu öğrenelim” diyenlerimiz olmuştu. Zaman içerisindeki yasakçı yasalarınız, hukuka darbeniz, kontrolünüzdeki medya üzerinden servis ettiğiniz utanç verici yalanlarınız ve iftiralarınızla gündemi değiştirme çabasına girdiniz. Dillendirdiğiniz eleştirilerin -hakaret bile demiyorum- milyonda birine dahi karşı çıkıp tıpkı Gezi’de olduğu gibi ilişkilerini koparanlar olmuştu. Asıl onların yüzünü yere eğdirdiniz. Toplumu 30 Mart seçimlerine “Erdoğan’ı sevip biat edenler ve sevmeyip itaat etmeyenler” olarak hazırladınız. Meğer ‘değiştirdik’ dediğiniz gömleği tekrar giymek üzere dolaba kaldırmışsınız. Demokrasinin nimetlerini kullanıp güçlenince, bürokrasiyi kontrol altına alınca gömleği giyme vakti gelmiş. Gördük, hayal kırıklığını yaşadık. Onu da aştık. Ama Soma’daki vicdansızlığı aşamadık.
İyi hakaret ettiniz:
Siyasi söylemini son 1 yıldır hakaret ve iftiralar üzerine kuran Başbakan Erdoğan, yitirdikleriyle birlikte maden ocağına gömülen Soma’da canlı yayında apaçık yalan söyler olmuştu artık. CHP’nin Soma madenleri için Meclis’e verdiği önergeyle ilgili iki yalanı art arda sıraladı. Önergenin 15 gün önce gündemi değiştirme amaçlı verildiğini; içinde de Soma kelimesinin geçmediğini söyledi. Oysa önerge eylül 2013’te verilmişti, içi de Soma’yla doluydu. Genel Kurul’da ancak 29 Nisan 2014’te görüşülebilmişti. Önergeyi veren CHP’li vekil Özgür Özel 29 Nisan’da Meclis’teki konuşmasında “Soma’da madencilerimiz ölüyor” diye haykırmıştı. Keşke Erdoğan bu yalanların ardından Soma’dan ayrılsaydı. Ama yapmadı. Somalılara seslenmek için mikrofon başına geçti. O sırada birileri “yuh” diye bağırmaya başladı. Yüreği yanmış bir ilçede protestodan daha doğal ne olabilirdi? Ama Erdoğan için ölümler doğaldı; protesto değildi. Yüz ifadesi dalga geçiyor gibiydi, “Ahlaksızlar” dedi. “Onlar 30 Mart’ta cevabını aldı zaten” diye ekledi. Felaketi yaşayan Soma’da yine ayrıştırdı. Bir tek vatandaşı kucaklamış gibi protestodan şikayet etti.
İyi dövdünüz:
Yetmedi, cadde ortasında protestocuların üzerine yürüdü; korumaların üstünden ulaşamadı. Hızını alamadı, Korumalardan biri o anda Bülent Arınç’a “Abi bir şey söyle gidiyor ya” diye yalvarıyordu.
Erdoğan Soma’da protestoculara had bildirirken; danışmanı da vatandaş tekmeliyordu. Biat edenleri de komplo teorileri üretmekle, tek işi yakıp yıkmak olan marjinal gruplar üzerinden Soma’daki mağduriyeti perdeleme görevini üstlenmişti. Hatta 1 Mayıs’ta çekilmiş ambulansa saldırı fotoğrafı Soma eylemlerindenmiş gibi sosyal medyada servis edilir oldu. Ne yazık ki tepkisini dile getiren muhalif kesimler bir yana; mala cana kast eden o terörize gruplara karşı yine yüzümüzü yere eğdirdiniz. Meğer ne çok aldanmışız.