Dünya tersine döndü sanki. Bir şeyler oldu Katır Nevzat’a. 1995’in 1 Nisan şakası gibiydi… Çilli suratına saçları gibi kızıl sakal ekledi. Yaka bağır açık gezmeyi bırakıp son düğmesine kadar iliklediği hakim yaka gömleklerden giyer oldu. Şalvarı da eksik değildi. Kolunun altına sıkıştırdığı kahverengi ajandayla derneğe gidip gelmeye başladı. Bükük boyun yürüyüşüne de kısa zamanda alışmıştı. Katır Nevzat’ı mahallelinin gözünde zamanla Nevzat hocaya dönüştüren “Ben hidayete erdim” mesajı tastamamdı. Artık sıra “Madem bizim gibi değilsiniz; o zaman hepiniz kafirsiniz” deme mertebesine ulaşmaya gelmişti.
Bu makama çıkması da uzun zaman almamıştı. Siyasetin ayarsız dilinden taşıp sokağa inen ‘bize oy vermeyen patates dininden’ kategorizasyonu, Katır’ın işini epey kolaylaştırmıştı. Üstelik Katır yine en kolay hedefi seçmişti. Mahallenin çocuklarına yine bir tutam huzur yoktu. Nevzat hoca imajıyla bile “Oh be kurtulduk şu Katır ibnesinden” deme fırsatı vermedi hiçbirine. Bir hamlede ‘Kafir veledi’ ya da ‘Müslüman evladı’ damgasını şak diye vuruyordu çocukların alnına.
_Niye gelmiyorsunuz lan derneğe?
_Niye gelelim?
_Kafir misin lan sen? Tabii ki geleceksin it.
_Kafir değilim, elhamdülillah Müslümanım.
_Müslümansan niye gelmiyorsun lan yavşak? Müslümanca yaşayanların derneği burası.
_Niye, sadece bu derneğe gelenler mi Müslüman?
_Lan oğlum salak salak konuşma. Yerini seç. Bak kafirlerin hepsi geberiyor. Hepsinin sonu Oklomo’dakiler gibi olacak.
Oklahoma diyememişti Katır. Küfürler hariç zorlasan günü en fazla 35 kelimeyle tamamlayan birinden beklenecek bir telaffuz becerisi değildi zaten. Bu telaffuz hatasına hiç kimse takılmadı zaten. Hatta yanımdaki çocukların hiçbiri Oklomo’nun ne olduğunu anlamadı bile. Ama ben mevzuyu iyi biliyordum. Haberlerde seyretmiştim bir hafta önce. Oklahoma’da bir binanın önünde bomba patlamıştı. 150’den fazla insan ölmüştü. Çok da üzülmüştüm. Ecel dışındaki ölümleri kabullenemiyordum. Böylesi ölümler, hiç kimsenin hak etmediği bir sondu. Ölen babasının arkasından bir damla gözyaşı dökmek yerine yaşlı adamın ceplerinde para arayacak kadar ruhsuz Katır’dan bu hassasiyeti beklemedim haliyle. O kadar da saf değildim. Ama Katır’a kötü biri olduğunu hissettirmek istedim.
_Niye kafir diyorsun? Belki aralarında Müslüman da vardır. Hem Müslüman olmasalar bile niye öyle ölsünler ki?
_Kafir oğlum onlar. Hepsi piç. Geberip gittiler.
_Ne biliyorsun piç olduklarını? Hadi diyelim hepsi piç, anaları ağlamaz mı o zavallıların?
Katır, kendini kaybetti. Oldum olası insanlıkla sorunu vardı. Oklahoma’yı doğru düzgün telaffuz edemediğini fark edince ağzından köpükler fışkırmaya başlamıştı. Eski sürümü olsa ana avrat söver, beni evire çevire döverdi. Şalvar üstü sakalı vardı artık. Bir zamanlar sadece sidik torbasındaki birayı boşaltmak için tuvaletini kullandığı merkez camiinde ‘saf tutturma’ makamına yükselmişti. Komutan edasıyla “Safları sık tutun” diye bağırıp, ön saflardaki boşlukları kimi zaman sert el işaretleriyle kimi zaman sözlü emirle doldurttuktan sonra namaza duruyordu. Cemaatin assolistiydi. Haliyle şimdi herkesin ortasında küfredip de bu yeni imajını sarsamazdı. Ama çoluk çocuğun önünde façasını bozduğum için bana bir fatura kesmek zorundaydı. Daha fazla madara olmamak için vakit kaybetmeden silahını çekti. Şarjörünü ‘herkes kafir ben Müslüman’ jargonuyla doldurdu. -Bu jargon çok iş yapıyordu o zamanlar- Başladı ateşlemeye…
_Ne biçim konuşuyorsun lan! Gel de iki kelime Kur’an öğren patates dininden misin sen de?
_Bi kere ben taa birinci sınıfta hatmettim. Babam öğretti. Sen kendin öğren önce.
_Nah biliyorsun. Yalancı kavat. Oku lan elham’ı
_Önce sen oku.
_Gebertirim lan seni, benimle mi yarışıyon?
_Sen elham’ı tecvidli oku; ben Yasin’i baştan sona okuyacağım. Hadi, var mısın?
Ciddi ciddi Yasin suresini baştan sona okuyacaktım. “Ya” bile demeye fırsatım olmadı. Tecvidin ne olduğunu bile bilmeyen Katır, o kadar kudurmuştu ki biçimsiz eliyle sol yanağıma şiddetli bir şamar indirdi. Yanağımdan süzülüp göğsüme kadar yayılan dayanılmaz acı bir yana, hafif bir temasta bile kanayan burnum vanaları yine sonuna kadar açmıştı. Burun deliklerimden fışkıran kan, dudaklarımdan süzülerek boynuma, oradan da terli tişörtüme akıyordu. Kan ter içinde kalmak gerçek manada böyle bir şeydi herhalde… Ben de boş durmamıştım ama… Suratıma tokadı yediğim anda acıyla “Allah” diye bağırırken bir de tekme savurdum. Ne yazık ki tekmem Katır’ın şalvarına takılıp bacak arasındaki hedefe ulaşmadı. Tekmeden kurtulmak için koca kıçını geriye doğru atan Katır, o arada bir tokat daha salladı bana. Tutturamadı. Burnumun acısına rağmen hızlıca yana doğru döndüm, Katır’ın biçimsiz eli sırtımı sıyırıp geçti. O savrulma sırasında burnumdan akan kanlar kavisli bir savrulmayla asfalt yolda kırmızıdan yarım daire çizdi. Yediğim dayağı hazmedemeyen şişko, katıra doğru hamle yapmak istedi. İyilik çetesinin liderine bunu kimse yapamazdı tabii. Tamam, kimseyle kavga etmeyecektik; ama kimseden de dayak yemeyecektik. Katır’ın üstüne atlamak için fırsat kollayan Kemik ve Kepçe’nin yüzündeki nefreti de görünce burnumun acısını unutup Şişko’yu engelledim. Yoksa Katır, beni bırakıp üçünü birden döverdi. Belki tamirci Recep dede yardıma koşardı. Ama bu Katır, sinirlendiğinde kuduz köpekten farksız oluyordu, Recep dedeyi bile döverdi Allahsız.
Şişko’yu kolundan tuttum, hadi gidelim diyerek eve doğru sürüklemeye başladım. Kemik’le Kepçe’ye de bi kafa işaretiyle gelin arkamdan dedim. Yürürken Katır’a ana avrat küfrettim. Burnumdan akan kan durmadıkça daha da sinirlendim. “Sakalına sıçayım” dedim, anında pişman oldum. Katır’ın dindar görünmek için bir karış uzattığı sakala küfretmek vicdan azabı olup içime öküz gibi oturdu. Öyle ya; sakal Peygamber Efendimiz’in sünnetiydi. Az önce sünnete küfretmiştim. İçim acıdı. Tişörtümün alt kısmıyla burnumu temizlemeye çalışırken biraz düşünme fırsatı tanıdım kendime. Düşündüm… Yanımda Katır’ı dövme hayaliyle dalgın dalgın yürüyen Şişko’yu kendine getirecek kadar yüksek sesle “sakalına sıçayım” deyiverdim. Niye vicdan azabı çekeyim? Sünnete küfretmiyordum ki… Sünnet deyince sadece ucu kesilen pipiden anlayan pipi kafalı zibidinin birine küfrediyordum sadece. Peygamberi ve onun sünnetini bilse, insanların öldürülmesine göbek atacak kadar sevinebilir miydi o zibidi. Ulan, Hz. Muhammed cübbesinin üstünde uyuyan kediyi uyandırmaya kıyamamış da oturduğu yerden cübbesinin ucunu kesip kalkmış, babam anlatmıştı. Katır ibnesine anlar insanların birbirine göstermediği şefkati hayvanlardan bile esirgemeyen Peygamber’in sünnetinden! Tabii ya, ne anlar… Huzur içindeydim, içime öküz olup çöken vicdan azabı kuş olup kanatlanmıştı. Sakalına sıçayım Katır. Sakalının ta ortasına…
Senden Sonra Aşk