

Amir’den öğreniyoruz ki bu alanda savaş öncesi ikinci bir futbol sahası varmış. Savaşta katledilen Boşnakları defnedecek yer bulamayınca işte bu stadı mezarlığa çevirmişler. “Mezar taşı olanlar kısmetli.” diyor Amir. Toplu mezarlara gömülenlerden bahsediyor üzülerek. Bu stada gelen Boşnakların maçtan önce şehitlikte yatan akrabaları için dua ettiğini de öğreniyoruz ‘Savaşta yakınını kaybetmeyen Boşnak yok.’ diyen Amir’den. Maçı 4-2 kaybetse de ilk maçı 3-1 kazandığı için Zelejnicar yarı finale çıkıyor. Kazanan taraftarlarda sevinç, kaybedenlerde ise hüzün var. Bizim sevincimiz çekişmeli bir maç seyrettiğimizden. Hüznümüzse karşımızda yükselen mezar taşlarından.
Baki Tepesi’nden Saraybosna
Bosna Hersek, Anadolu sıcaklığını Avrupa’nın ortasında yaşatan bir ülke. Hatta bu tanıdık sıcaklık bizim için daha Saraybosna Havaalanı’na iner inmez tanıştığımız taksi şoförüyle başlıyor. Türkçeyi ne kadar iyi konuştuğunu fark edince şaşırıyoruz ilk başta. Meğer taksi şoförümüz Amir Golos, Türkiye’yi de içine alan çok ilginç, bir o kadar da tanıdık isimler, ayrıntılar içeren hayat hikâyesine sahipmiş. Savaş öncesinde Saraybosna’nın futbol takımlarından Zelejnicar’da tanıdık bir isimle, Elvir Baliç’le top koşturuyormuş Amir. Savaş başlayınca 18 yaşında orduya katılmış. Savaş sonrasında yüksek askerî okulda okuyarak yüzbaşı olmuş. Hemen ardından da 6 ay dil, 6 ay da askerlik eğitimi için Türkiye’de bulunmuş. Ülkesine döndüğünde üsteğmen rütbesini almış ve emekli olmuş. Şimdilerde ise taksiciliğin yanı sıra turizm işine girmiş. Modatur’un Saraybosna şubesini açmış daha yeni. Savaş, kurşun izleri, iki ülke insanı arasındaki benzerlikler ve son gelişmeler üzerine sohbet ederek Saraybosna’nın merkezine ulaşıyoruz. İlk olarak Başçarşı’ya atıyoruz kendimizi. Meydana doğru ilerleyen taşlı yolda sağlı sollu ahşap dükkânların arasından geçiyoruz. Bir süre sonra kızlı erkekli bir genç grubu önümüzü keserek karşıdan karşıya geçiyor. Sağda Gazi Hüsrev Bey Camii, solda da medresesi. Yaklaşık 13-20 yaş aralığındaki gençlerin ikindi namazını kılmak için medreseden camiye geçtiklerini fark ediyoruz. Cami avlusunda bu gençlerle bir süre muhabbet ettikten sonra meydana doğru yol almaya devam ediyoruz. Ara sokaklardaki bedestenler, medreseler, hanlar Osmanlı ruhunun bu topraklarda dimdik ayakta durduğunun göstergesi sanki. Meydana varır varmaz etrafı güvercinlerle sarılı, ahşap mimarili sebil çıkıveriyor karşımıza. Bu sebilden su içenin Saraybosna’ya tekrar geleceğine inanılıyormuş. Suyundan içmek için sebile yaklaştığımızda fark ettiğimiz güzelliklerin sevinci hüzne dönüşüyor bir anda. Çünkü kafanızı kaldırıp Baki Tepesi’ne doğru baktığınızda sıra sıra mezar taşları görünüyor. Şehrin göbeğinde bir şehitlik. Bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in kabri de burada. Mezarlığı aşıp Baki Tepesi’ne çıktığımızda şehri tam tepeden görme imkânı buluyoruz.
‘Don’t forget 1993’
Mostar’a doğru yola çıkıyoruz. İki buçuk saatlik yolculuğun ardından Mostar terminalinde otobüsten iner inmez Hırvat bombalarıyla yıkılma anı zihinlere kazınan Mostar Köprüsü’nü, o taştan hilali andıran köprüyü görmek için şehrin merkezine doğru hızlı adımlarla ilerliyoruz. Güzergâhımızda yine kurşun izleriyle dolu binalar. Aslında burada daha da ileri boyutu yaşanıyor savaş izlerinin. Harabe evler var cadde kenarlarında. Taş örme, dar sokaklarda buluyoruz kendimizi. Osmanlı’nın mimarideki zarafeti bir kez daha şapka çıkarttırıyor. Taş evler, Neretva nehrine su taşıyan dereler, bir de içinden bu derelere doğru su fışkıran binalar… Boşnak kahvesinin keyifle yudumlandığı kafeleri de aşarak nihayet Mostar Köprüsü’ne varıyoruz. İlk dikkat çeken hemen köşedeki taşın üzerine yazılı ‘Don’t forget 1993’ (1993’ü unutma). Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan köprünün 9 Kasım 1993 günü sabah 08.10’da Hırvat saldırısıyla yıkılmasını unutmak istemiyor belli ki Mostar halkı. Taş köprü ve altından geçen Neretva nehrinin doğal güzelliği büyülüyor. Köprünün tam ortasında bir kalabalık. Köprü korkuluklarının üstüne çıkmış mayolu bir genç. Hem de dondurucu soğuğa rağmen. Arkadaşının turistlerden 10 Euro toplamasını bekliyor yaklaşık 30 metre yükseklikten nehre atlamak için. Para toplanır toplanmaz cesur genç kendini boşluğa bırakıyor. Kısa süre sonra nehrin derin sularına dalıp çıkıyor şaşkın izleyicilerin alkışları eşliğinde.
Huzur ikliminin tam ortası, Blagay Tekkesi
Mostar’ın eşsiz güzellikteki camilerini, bedestenlerini gezdikten sonra Balkanlar’ın müslümanlaşmasında büyük etkisi olan Blagay (Blagaj) Tekkesi’ni görmek için bir belediye otobüsüne atlıyoruz. Hedef Neretva nehrinin küçük kollarından biri olan Buna ırmağının doğduğu büyük kayalığın dibi. 10 kilometrelik yolculuk yaklaşık 20 dakika. Mostar’a bağlı Blagay’ın merkezinden tekkeye doğru ilerliyoruz kıvrıla kıvrıla akan nehir boyunca. Yol bitip karşımıza kayadan oluşan koca bir dağ çıkınca apayrı bir güzellikle karşılaşıyoruz. Sırtını bu dağa dayayan ve Bursa Cumalıkızık evlerini anımsatan üç katlı ahşap binanın, yanındaki su kaynağının, biraz ilerideki küçük şelalenin muhteşem görüntüsü bu güzellik. Tam bir huzur iklimi. Bosna’nın hemen her yerinde olduğuundan daha çok yaşatıyor ‘Böyle bir huzur ortamında katliam nasıl yapılır?’ çelişkisini.
Savaşa alternatif enstitü
Mostar sokaklarını dolaşırken Sloven bir kızla tanışıyoruz. Bize farklı ülkelerden gelen gençlerin buluştuğu bir kültür merkezinin adresini veriyor. Akşam karanlığında adresi aramaya başlıyoruz. Fakat adres harabe binaların bulunduğu bir caddeyi gösteriyor. ‘Adresi yanlış mı aldık?’ diye düşünürken duvarlarına ilginç resimler çizilmiş bir bina dikkatimizi çekiyor. Meğer Sloven Xena’nın bahsettiği kültür merkezi savaş karşıtı gençlerin ‘Alternatif Enstitü’ adını verdikleri harabeden çevirme bir binaymış. Binanın duvarlarındaki kurşun izleri çiçek, kalp gibi resimlerle kapatılmış. Ürkütücü karanlığı geride bırakarak içeri atıyoruz kendimizi. Üç masanın bulunduğu salaş bir ortam. Duvarlarda savaşın kötülüğünü anlatan karikatürler ve ırkçılık karşıtı sloganlar. Fransız, İtalyan, İspanyol ve Sloven gençlerin bulunduğu masaya oturuyoruz. Birçoğu gönüllü olarak çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çalışıyor. Tanışma faslından sonra savaşların anlamsızlığı, insan hakları ve özgür düşüncenin tüm dünyada hakim kılınması gerektiğini konuşuyoruz.
Önder Deligöz
30.03.2008
Zaman Gazetesi